1 Haziran 2018 Cuma

SOSYAL MEDYANIN ETKİLERİ ÜZERİNE



Hola! Bu aralar kafayı biraz İspanyolca ile bozdum diyebilirim. Ton olarak çok güzel bir dil olarak görüyorum. Umarım öğrenirim. Bakalım. Her neyse tekrardan selamlar millet.

Herkesin dilinde bir sosyal medyadır tutturmuş gidiyor. Peki gerçekten sosyal mi bu medya? Bu soruyu kendime sorduğum an aynı zamanda bu yazıyı yazmaya karar verdiğim andı. Aslında bu konu ile ilgili olarak önceden de bir şeyler karalamıştım. Ama odak noktası biraz farklıydı ve üstünkörü bir üzerinden geçmiştik. Bu sefer ise olaya daha derin taraftan ele almayı deneyeceğiz. Hadi hayırlısı.

Sosyal medyanın etkileri üzerine genel görüş kısaca insanların sosyal medya bağımlıları olduğu idi. Yani medya sosyalleşirken insanların asosyal varlıklara dönüştüğü idi. Artık bu durum o kadar benimsendi ki insanlar sosyal medyanın etkilerini kendinde görmekten vazgeçti. Bu da yetmedi önceden Y kuşağına sosyal medyada fazla zaman geçirdiği için sürekli sitem halinde bulunan X kuşağı da işin içine girdi. Göz göre onların bu bağımlılığı edinmelerine seyirci olduk. Z kuşağı zaten bu işin içinde büyüyorlar.


Facebook'un geçtiğimiz günlerde yaşadığı gizlilik politikasıyla ilgili davası henüz sürerken olayın facebook'u bitirmesi bekleniyordu. Fakat yok. İnsanlar burada kalmayı tercih etti. Yani 'hadi bu seferlik böyle olsun'denip göz yumuldu. Yani anlaşılan artık facebook hata da yapsa edindiği kanaat notu (belki de aşıladığı bağımlılık seviyesinden kaynaklanıyordur, bilinmez) onu ipten almaya yeterli bir sebep olarak çıktı.

Herkes fütürsüz bir şekilde post yayınlıyor. Çevresindekilerin düşüncelerine, tutumlarına aldırış etmeden istediğini sayıp saydırıyor. Bu durum 'klavye delikanlılığı' kavramını ortaya çıkardı. Amiyane tabir ile pantolon fermuarı açık olan birine bir topluluk içinde nasıl ki fermuarının açık olduğunun söylenmesi birçoğumuz için zorsa bu durum sosyal medyada hiç de öyle değil. Sanırsın herkes Huysuz Virjin gibi ofansif tarzda Cem Yılmaz gibi hazır cevap. Ben bu durumu insanlarımızın topluluk önünde konuşma korkusuna bağlıyorum. İnsanlar nasıl olsa beni orada fiziken görmüyorlar, istediğimi söyleyebilirim! duygusu insanları bu 'delikanlılığa' doğru sürüklemede etkileyici bir oynadı.

Bu konuyla ilgili olarak birkaç kendiyle 'zıtlaşan' farkındalık çalışmaları da yapıldı. En büyük etkiye sahip olanlardan biri de Lipton'un reklamıydı. Bana kalırsa reklam genel mantık olarak başarılı. Yani insanlar tv izlerken 'ne oluyor ya takıldı mı bu? deyip de bir bir iki lakırdı ettiler. Ama benim burada dikkatimi çeken şey reklamın sonunda #konuşalımartık etiketiyle bir sosyal medya muhabbeti döndürüldü. Evet insanlar konuştu reklam bunu insanlara yaptıracak etkiye sahipti. Ama önemli olan bu konuşmalarda geçen kelime sayısının gerçek hayatta mı yoksa hashtag(#) eşliğinde sosyal medyada mı daha fazla olduğu idi. İddiasına varım. Sosyal medya kazanır!

Artık tüketmeye odakladık kendimizi. Okuma oranı yazma oranı sürekli düşerken izlenme oranlarımız sürekli yükselişte. Bana kalırsa 'çoğu kişi' (harbi okurlarım hariç) bu yazıyı sosyal medyada paylaştığımda buralara kadar okumayı da seçmeyebilirler. Çünkü artık üretmediğimiz gibi tüketmenin de haddini kaçırdık. Youtube'da 2 dakika ve üstündeki videoların 2 dakikanın altına videolara göre daha az izlendiği gözleniyor. Sonra bu 7 saniyelik Vine'ları kim buldu? Nasıl geldi yapanın aklına yeaa? vb. sorular... Tek cevap üretmek istiyorlardı ve erken davrandılar.

Sosyal medyanın kısıtlanmasına yönelik olarak henüz dün gördüğüm bir haberde Papua Yeni Gine'de hükümetin Facebook uygulamasını ülke genelinde  aylığına yasakladığı söyleniyordu. Amaç facebook'un ülke halkı üzerinde etkisini çözümlemek. Mantıklı çalışma. Ama bana kalırsa kesin twitter'da instagram'da vs. millet bunun bir diktatörlük eseri olduğunu vs. yayarlar. Çok kolay bir hashtag aç (#) gerisi geliyor zaten...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder